Sığınmak

Rıdvanın hastalığı beni bir süredir düşündüğüm bir konuda daha da derinlere itiyor.

Yaşlanıyoruz… ve yaşlanmak insanın zihni ile bedeni arasındaki ikiliğin, giderek uzaklaşmalarının görünür olmasına yol açan bir akış…

Yıllar geçtikçe, çapaklar artsa da zihin hiç olmadığı kadar parlıyor, derinleşiyor, olgunlaşıyor… İnsan kendini daha yakından tanır ve kabullenir oluyor. Yaşama daha farklı ama daha kökten bir tutkuyla bağlanırken, belki şaşırtıcı biçimde kendine yönelik merakları azalıyor ama bir yandan da varlığını, yaptıklarını, yapacaklarını merak ettiği insanlar artıyor. Düşünme çeşitleniyor, zenginleşiyor, keskinleşiyor. Yalnızlaşırken çoğalıyoruz da. Yalnız bugünü değil dünü de yeniden yaşamaya, birlikte taşımaya başlıyoruz. Geçmiş yeniden görünür oluyor. Hatıralar giderek daha çok yer kaplıyor günün içinde. Türlü renklerle donanıyor, dalgalanıyor, silinip silinip yeniden doğuyor.

Oysa aynı dönemde beden yaşlanıp ufak ufak köhneleşiyor. Yetmezliklerimiz artıyor. Zihnimizin bakışları arasında bedenimiz yer çekimine yenik düşüyor. Fizik ve çözülme biyolojinin mucizevi dinamizmine galip geliyor. Her yeni yaşta yeni bir köşe dönülüyor, yeni bir yaşam hali doğuyor. Kimini sessizce benimserken kimine isyan ediyoruz. Kaslarımızın, kalbimizin zayıflamasına anlayış göstermeye, hastalıklarımıza uyum sağlamaya, kuyruğu dik tutmaya çalışıyoruz. Öfkeleniyoruz, lanet okuyoruz, acıyoruz, sırıtıyoruz, aşıyoruz, bağışlıyoruz bizi biz yapan, uzayda yer kaplayan kendimizi.

Yaşamın her hali şaşırtıcı. Her halinde irili ufaklı acılar gizli. Hiç bir hali kolay değil. Zihnimiz ise her zaman bizim biricik sığınağımız oluyor. Bedenimizin oyunlarına, bocalamalarına, hatta hainliklerine karşı…

Sadece kendi zihinlerimiz değil, bizi seven ve izleyenlerin zihinleri de öyle.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.