Gemzar Eğlenceleri devam ediyor:))

Kemoterapinin ilginç bir akışı var. İlk gün alınan steroidlerin etkisiyle aslında biraz ‘yüksek’ oluyorsunuz. Ben de pek bulantı olmadığı için iştahta artış, ruh halinde hafif çakırkeyif, bol konuşan bir hal oluyor ilk gün. Ama 2. gün biraz kolunuzun kanadınızın kırılmaya başladığınızı hissediyorsunuz. Cisplatin ben geldim demeye başlıyor. 4-5-6. günler ise en feci günler. Vucudunuzu birşeylerin darmadağın ettiğini öyle iyi hissediyorsunuz ki… Ama sonra 7. gün birden yavaş yavaş toparlanmaya başladığıınızı hissediyorsunuz. Zaten 8. gün yine ara tedavi Gemzar almanız lazım. Ama o Gemzar esnasında verilen steroid sanırım yeniden bir ‘yükseklik’ veriyor size. Artık bu da bir tür Gemzar sonrası eğlence geleneği başlattı bende. Dün 2. kürün Gemzar günüydü. Steroidleri aldık tabi.Sıcak sıkıcı bir hava vardı dün gece de. Hadi dedim Capon’a bu akşam şöyle deniz kenarında açık havada yiyelim yemeği. Serdar’la Serap (Çiftçili) da kırmadılar bizi. Kendimizi Fenerbahçe burnundaki Galatasaray Tesislerine attık. Karşıda tarihi yarım ada, denizden gelen hoş akşam esintisi, bu seferki Gemzar sonrası etkinlik de kısmet burası oldu. Bakalım bir sonraki turda ne olacak. Şimdilik genel olarak oldukça iyiyim. Meraklanmayın.

Genel kategorisine gönderildi | 1 Yorum

Yalova'da Cistavrit Zevki

Kızım Rüya 10-15 gündür Yalova’da anneannesinin yanında yazlıkta. Bu haftasonu görmemiz gerekiyordu bu güzeller güzelini. Ama biz de bir salaklık yapıp kafayı erkenden 3 numaraya vurdurduk ya. Ne bileyim öyle hapishane kaçkını gibi çıkmak istemedim kızımın karşısına. Reklamlardaki Kıvanç misali Mavi’den bir gömlek çaktım. Üstüne de Ray-Bann’ları çekince biraz birşeye benzedi. Cisplatini bastırmak için ilk günlerde yüklenen steroidler de yüze hoş bir dolgunluk veriyor. Gemzar da yeni plaj yanığı bir renk veriyor insana…Velhasıl bütün bunlar bir araya gelince  bizim yeni baba imajı tuttu. Rüya’ bu saç seni gençleştirmiş’ bile dedi yani. Yalova yazlıklarında gün batımı çok güzel olur. Cisplatin’in 3. günü. Ama bereket o ilacın o korkulan bulantı hissi pek oluşmadı bende.  Velhasıl hemen kendimizi bir sahilde bir balık lokantasına attık. Cispaltine rağmen İstavritleri ısmarladık, iyice mavi reklamına uysun diye adına Cistavrit dedik. Güneş önce sarı bir top olup, denize yaklaştı. Sonra yavaşça suya gömülen bir gemi gibi Marmara’nın ufkunda kayboldu. Sonra deniz o gün batımı sonrası büyülü gri renge dönüştü. Denizden gelen hafif esinti içimizdeki o ‘hayat ne güzel’ duygusunu şöyle yeniden bir hatırlattı bize. Aslında tüm bunları sizlere sadece benden iyi haberler alın diye yazmadım. Kanserli günlerin de bazı avantajları var. İnsan sürekli ‘Günü DoluYaşama ‘ duygusunu canlı tutuyor içinde bugünlerde. Hergün değerli ne de olsa. Oysa gündelik yaşamda bu çabuk unutuluyor. Gündelik kaygılar, günün basit güzelliklerini yutup gidebiliyor. Günlerin güzelliğini unutmayın diye de yazdım bunları. Kanserli günlerin bir başka hoş yanı daha var. İnsan aynı Avatar filmindeki gibi bir tür Kutsal Ağaca, onun enerjisine inanmaya başlıyor. Bu kollar tüm dostlarımdan, arkadaşlarımdan, hatta tüm insanlardan, oldukça dokunmaz hale gelmiş olup yeni yeni temas etmeye başladığım doğadan, yani bir kuş sesinden, dalganın kıyıya yavaşça değmesinden, ılık bir esintinin içime girişinden oluşan kocaman bir ağaç. Bana büyük bir enerji veriyor. Sizlerden gerek bloga, gerek e postama, gerek telefonuma mesajlar geliyor. Bunların çoğuna dönemesem de hepsini okuyorum. Bana inanılmaz bir enerji veriyor. Gönlü benimle olan herkese teşekkür etmek istiyorum.

Genel kategorisine gönderildi | Yalova'da Cistavrit Zevki için yorumlar kapalı

ikinci perdeye bugün başladık

Bugün kemoterapimin ikinci kürüne de başlandı. Karaciğer enzimlerinde düşme olduğu için daha önceden yarım doz olarak aldığım bir ilacın dozu da tam doza çıkıldı. Genel değerlerim iyi gidiyor, tek sıkıntı Ca marker’ında. İlk kür sonunda onda fazla değişiklik olmadı. İlk kemoterapi kürümü beklediğimden çok iyi geçirdim sayılır. Umarım ikinci kürde de benzeri olur. Ağustos ayı başında 3 kür tamamlanmış olacak ve genel bir radyolojik değerlendirme yapılıp karar verilecek. Bu arada Kozyatağı Acıbadem Hastanesindeki kemoterapi merkezinden bahsetmeden de geçemeyeceğim. Bu merkez sahiden son derece modern ve insani koşullar gözeterek hazırlanmış. Kemoterapi aldığınız odada küçük bir televizyon mevcut. Çay,kahve, su gibi gereksinimler karşılanıyor. Öğle yemeği geliyor. Tuvaletler yeterli ve son derece temiz. Bu tür olanaklar örneğin benim gibi kemoterapi süresi 5-6 saati bulan kişiler için çok önemli. Umarım ülkemizdeki bu tür kemoterapi merkezlerinin sayısı artar. Bu konuda yardımlarını esirgemeyen Kozyatağı Acıbadem Hastanesi Başhekimi Sevgili Demet Dinç  arkadaşıma tekrar teşekkür etmek isterim. Tabi bu arada nasılsa saçım dökülecek diye gidip kafamı 3 numaraya vurdurdum. Ama bugün onkoloğum saçımın dökülme olasılığının % 10 olduğunu söyleyince yıkıldım tabi. Neyse kökü bizde uzamasını bekleyeceğim artık.

Genel kategorisine gönderildi | 5 Yorum

İnadına Tatil, İnadına Deniz…

Eşim Capon’un süpriziyle kısa bir Kaz Dağları, Küçükkuyu turu yaptık. Meğer İstanbul’dan Edremit havaalanına Sabiha Gökçen’den uçuş varmış. Pervaneli uçaklarla 1 saatte Edremit’te oluyorsunuz. Hoş gidişimizde fena bir rötar yedik ama, sanırım o biraz da bizim o günkü talihsizliğimizden kaynaklandı. Havaalanından yarım saatlik bir taksi turu ile kendimizi Kazdağlarındaki Tuncel Kurtiz’in meşhur butik hoteline attık. Çamlıbel köyünde doğa sahiden çıldırmış durumdaydı. Ağaçlar yeni yeni çiçekten meyvaya dönmeye başlamış. Uyandığınızda heryerde kuş cıvıltıları. Kaldığımız küçük hotel ise sahiden yemyeşil. Yemekleri ve kahvaltısı mükemmel. Kaz dağlarının oksijeni ve körfez manzarısında akşam yemeklerinin tadı da başka oluyor.  

Zetinbağı hotelde akşam yemeği

  Sonra oradan ayrılıp,Küçükkuyu’daki eski Kabile, yeni adıyla Çiçeklibahçe pansiyona attık kendimizi. Yani dağdan indik denize. Bu pansiyon da yemekleri konusunda iddalıdır. Ama tabi esas bomba Capon mucizesiyle geldi. Capon’un bir medikalciden bulduğu tegaderm denen bir tür folyo yapıştırıcılardan  benim direnin üstüne 3 kat atıp bir deniz denemesi yaptım. Evet, biraz çılgınlıktı ama, benim gibi bir ateş çocuğunu denizsiz bırakmak da olmazdı. Veee, proje tuttu. Bir gram bile su sızdırmadan denizde 10-15 dakika kaldım bu proje ile. Yani özetle, artık karnımdaki drenaj kateterinin bana yarattığı deniz engelini de aşmış oldum. Bu, bence bu yazın en güzel haberi benim için.

Evet, inadına Tatil, İnadına Deniz, bomba gibi döndüm eve. Çarşamba sabahki 2. kemoterapiye hazırım artık…

Genel kategorisine gönderildi | 2 Yorum

Teşekürler Çağrı…

Sevgili Çağrı,

Bloga gelen ilk misafir yazı senden oldu. Teşekkür ederim. Seninle olan çok eski dostluğumuzun önemli bir kanalı da aslında yazı konusundaki aramızdaki usta çırak ilişkisidir. Üniversite yıllarında tiyatro kadar yazı da o gençlik döneminde tohumu atılıp bir daha da kardeşlik duygusu gibi hiç silinmeyecek dostluğumuzda önemli bir araç olmuştu.  Blogda bir ara bizim şu Taksim Gezi Parkının içinden geçerek yaptığımız Taksim Nişantaşı yürüyüşlerimizle ilgili de bir yazı koyacağım. Bloga gelen ilk yazının yazı konusundaki ustamdan gelmesi hoş oldu açıkçası benim için.

Zihin ve beden ilişkisi konusunda çok güzel bir yazı yazmışsın bence. İnsan benimkisi gibi gövdesinin kanser gibi bir belayla açık bir restleşmeye girdiği bu özel dönemde anlatmak istediklerini çok açık yaşıyor. Zihin bir an önce içinde durdukları kavanozdan evin her bir yanına dağılmış misketler gibi duran anılarını yeniden toparlamaya onları kendi renklerine göre yeniden düzenleyerek bir araya getirme gibi bir çabaya giriyor. Aslında belki de bu blog en çok bu işe yarayacak.

Kuşkusuz hayatımızda çok fazla şey var. Ancak aslında insan bu konuda biraz daha derin düşününce tüm olup bitenlerin belirli ana damarlar etrafında geliştiğini ayrımsıyor. Ben kendi hayatındaki ana damarları kabaca şöyle sınıflandırdım. Tabi önce ailem var. Annem ve babamın içinden çıkıp geldikleri köy ve köylülük var. Köyden kente göç var bir damarda. Sonra Eskişehir Anadolu Lisesindeki yatılılık günleri ve onun devamı gibi giden üniversite döneminde yine Anadolu Lisesinden kalan dostluklarla devam eden öğrenci evi var. Ve tabi belki de hayatımın en belirleyici damarlarından birisi olan İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Kolu günleri var. Evlilik hayatım Capon ve Rüya tabi bambaşka bir damar. Sonra da son 10 yılımın içinde önemil bir yer tutan Aile Hekimliği süreci var. Tabi bu damarların etrafında kurulmuş yüzlerce binlerce ilişki var. Aslında zihnimdeki anıları bu raflara bu dostlarımla birlik olup bir yerleştirsem  olup  bitecek gibi geliyor bana herşey. Aslında bu blogda özlediğim şey biraz bu. O yüzden bloga bu damarlarla ilgili sayflar eklemeyi düşünüyorum yakın zamanda. Bizim aile, İTFTT Çocukları, Kocamustafa Paşa No:35 (öğrenci evim) ve Aile Hekimliği gibi sayfalar var aklımda. Dostlardan gelecek katkılarla yavaş yavaş anıları , sağa sola dağılmış eski yazıları, makaleleri, sunumları, öyküleri, resimleri bu raflara birer birer yerleştirelim istiyorum. Bu uğraşın bana iyi geldiğini söyleyebilirim. Kanserle yaşadığım bir tür meydan okumada gövdeme de iyi geliyor bu uğraş.

Tüm dostlardan yazı,resim,anı ne varsa bohçalarında bekliyorum.

Rıdvan Şahin

Genel kategorisine gönderildi | 2 Yorum

Sığınmak

Rıdvanın hastalığı beni bir süredir düşündüğüm bir konuda daha da derinlere itiyor.

Yaşlanıyoruz… ve yaşlanmak insanın zihni ile bedeni arasındaki ikiliğin, giderek uzaklaşmalarının görünür olmasına yol açan bir akış…

Yıllar geçtikçe, çapaklar artsa da zihin hiç olmadığı kadar parlıyor, derinleşiyor, olgunlaşıyor… İnsan kendini daha yakından tanır ve kabullenir oluyor. Yaşama daha farklı ama daha kökten bir tutkuyla bağlanırken, belki şaşırtıcı biçimde kendine yönelik merakları azalıyor ama bir yandan da varlığını, yaptıklarını, yapacaklarını merak ettiği insanlar artıyor. Düşünme çeşitleniyor, zenginleşiyor, keskinleşiyor. Yalnızlaşırken çoğalıyoruz da. Yalnız bugünü değil dünü de yeniden yaşamaya, birlikte taşımaya başlıyoruz. Geçmiş yeniden görünür oluyor. Hatıralar giderek daha çok yer kaplıyor günün içinde. Türlü renklerle donanıyor, dalgalanıyor, silinip silinip yeniden doğuyor.

Oysa aynı dönemde beden yaşlanıp ufak ufak köhneleşiyor. Yetmezliklerimiz artıyor. Zihnimizin bakışları arasında bedenimiz yer çekimine yenik düşüyor. Fizik ve çözülme biyolojinin mucizevi dinamizmine galip geliyor. Her yeni yaşta yeni bir köşe dönülüyor, yeni bir yaşam hali doğuyor. Kimini sessizce benimserken kimine isyan ediyoruz. Kaslarımızın, kalbimizin zayıflamasına anlayış göstermeye, hastalıklarımıza uyum sağlamaya, kuyruğu dik tutmaya çalışıyoruz. Öfkeleniyoruz, lanet okuyoruz, acıyoruz, sırıtıyoruz, aşıyoruz, bağışlıyoruz bizi biz yapan, uzayda yer kaplayan kendimizi.

Yaşamın her hali şaşırtıcı. Her halinde irili ufaklı acılar gizli. Hiç bir hali kolay değil. Zihnimiz ise her zaman bizim biricik sığınağımız oluyor. Bedenimizin oyunlarına, bocalamalarına, hatta hainliklerine karşı…

Sadece kendi zihinlerimiz değil, bizi seven ve izleyenlerin zihinleri de öyle.

Genel kategorisine gönderildi | Sığınmak için yorumlar kapalı

Hadi bu hafta benim için sigara karşıtı olun

Yandaki fotoğraf 1991 yılından. İngiltere Bolton, Semih Şahin dostumun yanına ziyarete gittiğim ilk yurtdışı deneyimimden. Mahsus çok eskilerden  kalan uzun saçlı fotoğraflarımı kullanıyorum. Çok kısa bir süre sonra saçlarım dökülmeye başlayacak muhtemelen. O döneme hazırlık olsun diye böyle uzun saçlı fotoğrafları seçiyorum. Ama benim esas dikkat çekmek istediğim sol elimde duran sigara. Eğer o günlerde birileri bana bu mereti bıraktırtmayı başarmış olsaydı sadece 2-3 yıllık bir kullanıcı olarak kalacaktım. Şimdiki gibi 25 yıllık bir kullanıcı olmayacaktım. Bu olasıdır ki başıma gelen bu   kanser illetinin oluşma ihtimalini azaltacaktı. Bunu şuna güvenerek söylüyorum: Onkologum uzun ve karışık dosyamı incelerken farkında olmadan benim duymayacağımı varsayarak mırıldanıyordu:

-Bir sigara kanseri daha…

Muhtemelen sigara ile bağlantılı pek çok vaka görüyorlar. Zaten insan içine girince farkediyor aslında o kadar çok kanser ile uğraşan kişi var ki. Onkologların, kemoterapi Merkezlerinin önünde hep sıra var.

Şimdilerde artık Tıp Fakültesi öğrencilerinde sigara karşıtı duyarlılık oluşturuluyor. Ama  bizim dönemimizde bu tür bir duyarlılık yoktu ne yazık ki. Çok acı ama ben bir hekim adayı olarak sigaraya tıp fakültesinde başladım. Aslında bu affedilecek birşey değil. Bir şekilde tıp fakültesi aurasının insanı sigaradan uzak tutan bir hali olmalı oysa. Oysa sadece ben değil, pek çok hekim adayı arkadaşım da tıp fakültesinde kolayca sigaraya başlamıştık. Başladıktan sonraki bırakma süreçleri daha zor oluyor tabi.

Ama artık sigaradan kurtulmuş olan birisi olarak içim rahat rahat şu sigara karşıtı yazıyı yazıyorum. Tabi kendi adıma geç bir adım. Ama bu yazının birilerini etkileyeceğini düşünüyorum. Bence hala sigara kullanmakta olan arkadaşlarımdan birisi bu yazıyı okuyup elindeki sigarayı kırıp atacak çöpe, bir daha da ağzına almayacak. Öyle korkulduğu gibi de hiçbirşey olmuyor. Çok da fazla aramıyor insan. Karşılığında belki de bir hayat kazandığınızı düşünebilseniz yoksunluk nedir aklınıza bile gelmez aslında ama, insan bunu ancak kanser olup da hayatı ciddi riske girince yaşayabiliyor ancak. 

Hekim arkadaşlarım hastalarına biraz daha özenli sigara  bıraktırma eğitimi verecekler diye umuyorum bu yazıdan sonra. Bence bir hekimin sigara bıraktırdığı her kişi en büyük hekimlik başarılarından birisi aslında. Testi kırılınca onarmak öyle kolay olmuyor.

Hadi bu hafta benim için 1 haftalık sigara karşıtı olun. Hem de en sıkısından…

Genel kategorisine gönderildi | 6 Yorum

Gemzar Üzeri Adana

Dün 15 Haziran’da birbuçukuncu kemoterapimi aldım. Benim seanslar 21 günlük serilerden oluşacak. Her 21lik seansta 1. ve 8. günler kemoterapi var. 1. günlerde cispaltin de verildiği için insani biraz cislatıyor. 8. gün Gemzar günü onun pek afra tafrası yok. Yeter ki karaciğer enzimini yükseltmesin. Dün Gemzar dozunu aldım. Bugün baktım durumlar iyi, karnım da aç mı aç Ataşehir’e Adana Kolcuoğlu açılmış, Çukurovalı damarım tuttu.

Gemzar üzeri sıkı bir Adana çektik. Bakalım iyi mi ettik kötü mü akşama belli olur durum. Yalnız sahiden salatalar ,kebaplar süper. Kesinlikle tavsiye ederim. Artık rakısız Adana’ya da  ben alışacağım. Ayranla da oluyor canım ne yapalım.

Genel kategorisine gönderildi | 5 Yorum

İlk Kemoterapi Tecrübem

İlk kemoterapi Tecrübem

Aslında kemoterapi konusunda ilk başlarda kafam çok karışıktı. Kemoterapinin beni çok sarsacağını, iyice yaşam kalitemi bozacağını düşünüyordum. Ama ilk kemoterapimi 8 Haziranda aldım. Acıbadem Hastanesi Başhekimi Dr. Demet Dinç dostumuzun sayesinde krallar gibi bir kemoterapi süreci yaşadım. Sağolsun Halil, Nadi ve Jale de uzun süren bu ilk kemoterapide beni oyalamayı çok iyi becerdiler. Tabi fotoğrafta üzerimde gözüken özel kemoterapi totem tişörtümü de unutmayın. Özel olarak aldım onu. İçimdeki kanseri hafife aldığımı hissettiriyor bana. Bugün 3. günüm. Şimdilik şükür kemoterapiye bağlı önemli bir sorunum olmadı. Aksine iştahım daha açıldı. Genel olarak kendimi sanki biraz daha iyi hissediyorum. İlk 2 gün beni biraz hıçkırık zorladı. Onu da eski usul nefesini 100’e kadar tut yöntemiyle ilaç almadan hallettim. Bakalım ilerleyen kemoterapi süreci nasıl gidecek?

Genel kategorisine gönderildi | 5 Yorum

Yeniden anneannemin ekmeğine dönmek

Çocukluğumda yazları dedem ve anneannemin köyünde kalırdım. Sabahları anneannemin kendi eliyle çalkaladığı testiden gelen lup lup sesiyle uyanırdım. Çalkalanıp testiden çıkmış üstü terli tereyağı, kuzinede pişmiş köy ekmeği, kümesten alınıp haşlanmış yumurtalar, evin bahçesinden toplanmış domatesler…

Anneannemin elinde lüpleyip duran testinin sesi, bahçeden gelen kuş sesleri, kümesten gelen gıdaklamalar, daha ötedeki kavakların hışıltıları, Bandırma Motorlusunun uzaktan gelen uğultusu ve köyün içinden geçerken ‘gastee, gastee’ diye trenle birlikte koşmaya başlayan köy çocuklarının sesleri… Zihnimin bir yerlerinde unutulmuş kalmış bu garip tatlar, sesler… Dedem ve anneannem öleli çok oldu. Köy günleri çoktan silinip gitmiş, köydeki kahvaltı zevkini unutalı o kadar çok olmuştu ki. Son 6-7 yılda haftasonları hariç neredeyse  hiç kahvaltı yapmadığımı söyleyebilirim. Ne garip değil mi? Şimdi kanser günleri yeniden anneanne kahvaltılarını geri getirdi. Taa Nazilli’den Pınar Hanım’ın çiftliğinden organik ürünler gelmeye başladı.

Anneannemin ekmeği bile geliyor. Bir bakışla çok geç kalınmış bir çaba. Ama bir diğer bakışla da bu ‘sayılı günlerli’ yeni yaşamım için değişik güzel seromoniler bunlar. Sayılı günlerin büyüsü burada. Sağlıklı bir gövdenin 1 saati bile çok değerli artık. Bana birileri 10 Mayıs 2011 tarihinden önce 20yıldır bırakamadığım sigarayı bir günde bırakıvereceğimi, artık birayı hiç aramayacağımı ve oturup her sabah ‘organik’ kahvaltı yapacağımı söyleseydi güler geçerdim. İnsan bunları neden daha önce yapmaz ki?

Genel kategorisine gönderildi | 3 Yorum