EAL’den HAYATA adlı bir bölüme başlamadan sanırım önce biraz kısaca ilkokul hayatımdan da bahsetmem gerek. İlkokula Mersin’in Kuvay-i Milliye İlkokulunda başladım. Okul ile evimiz arasındaki uzaklık 100 metreyi bulmazdı. Evimizden okul zilini duymak mümkündü. O dönemin; 1970 li yılların Türkiye’sinde en doğal ve akılcı olan şeyi benim ailemde yapmıştı ve beni evime en yakın ilkokula yazdırmıştı.
İlkokulun ilk 3 sınıfında sanırım 2 ayrı öğretmen değiştirdim. 4. sınıfta ise yeniden bir öğretmen değişikliği oldu. Bir ilkokul öğrencisi için oldukça talihsizlik sayılabilecek bu durum aslında benim belkide hayatımı değiştirecek en önemli şanslarımdan birisi olmuştu.
Yeni öğretmenim hayatım boyunca ismini ve değerini unutamayacağım Şahin Türkili adlı bir öğretmendi. Kendisi de hepimizin her okul çıkışında ‘ezan okunana kadar’ kan ter içinde onlarca oyun oynadığımız portakal bahçelerinin içinde mutevazı bir hayat süren, sanırım kafkas kökenli, okula eski model bir JAWA motorsikletle gelip giden, o döneme özgü milliyetçi duyguları baskın, ilk bakışta da oldukça sert bir görünümü olan bir öğretmendi.
Kısa bir süre içinde Şahin Türkili’nin en gözde öğrencilerinden birisi olmuştum. Tabi o da benim artık canım kadar sevdiğim ilkokul ‘örtmenim’ olmuştu. Artık, bizim ailede her çocuğa öğretilen ve gece yatmadan once bir rituel olarak tüm çocukların yatakta sessizce tekrarladıkları ‘Allahım annemi babamı kardeşlerimi koru’ tekerlemesine bir de örtmenimi koruyu eklemiştim ben ilkokul 4. sınıfta.
Sanırım 70’li yıllar Türkiye’sinde idealist değerler de şimdikinden oldukça farklıydı. İster sağ, ister sol siyasi bakış açısına da sahip olsalar insanlarda ülkelerine faydalı olmak gibi bir kavram insani değerler içinde oldukça önemi bir yer tutardı. Şahin Türkili’nin ‘Rıdvan sen zeki bir çocuksun, okuyup bu ülkeye faydalı işler yapacaksın’ sözleri sanırım zihnime o kadar derin çizgilerle kazınmış ki yıllar içinde unuttuğum binlerce şey arasında bu sözler bir abide gibi hep hafızamda yaşar. İlkokul 5. sınıfa geçince Şahin Türkili benimle birlikte sınıftan 2-3öğrenciyi haftanın bazı günleri ders saatleri sonrasında da çalıştırmaya başlamıştı. Söylediğine göre bizleri önemli sınavlara sokacaktı. O zamana kadar sadece parşömen kağıda (nedense öyle denirdi) cevaplar yazdığımız imtihanların dışındaki ‘bu önemli sınavlar’ lafı bende büyük bir heyecan yaratmıştı.
Bir zaman sonra bu önemli sınavların ‘test’ denen bir yöntemle yapıldığını öğrendik. Gerekli test kitapları Mersin’de bulunamadığı için bu kitapları almak için babamın Adana’ya gittiğini çok iyi anımsıyorum. Neyse en sonunda o ‘meşhur’ gün geldi ve biz o önemli sınava girdik. Benim sınavım çok iyi geçmişti. Sınavın bitmesine 15 dakika kala tüm soruları yapıp bitirmiştim.
Ancak aylar sonra sınav sonuçları belli oldukça bir gariplik ortaya çıktı. Benimle birlikte sınava girmiş aynı sınıftan diğer 2 arkadaşım öğretmen okullarını kazanmışlardı ama bana bir türlü bir sonuç gelmemişti.
Bu durum Şahin Türkili’ni şaşırmıştı. Bir gün bize uğrayıp, ‘Hasan Bey, bu çocuk sınavının çok iyi geçtiğini söylüyor, bir aksilik olmasın, Milli Eğitim Müdürlüğünü bir sıkıştırsanız hakkı yanmasın çocuğun’ diye babamı sıkıştırmıştı.
Haksız da çıkmadı ertesi gün Milli Eğitim Müdürlüğüne giden babam üstünde benim adım yazan ve ‘Eskişehir Anadolu Lisesi’ni kazandığımı’ söyleyen bir kağıtla geri geldi. Anadolu Lisesi’nin nasıl bir şey olduğu konusunda pek bir fikri olmadığı için biraz kafası karışıktı.
Daha soluk almadan hemen ilkokuluma koştum. Şahin Türkili yeniden 1. sınıflara başlamıştı. Heyecanla sınıfa daldım. ‘Kazanmışım örtmenim’ diye boynuna sarıldım. Şahin Türkili hele bir de benim Anadolu Lisesi’ni kazandığımı duyunca mutluluktan uçmuştu. Okulun o en ciddi en sert bakışlı öğretmeni beni omuzuna oturtup okulun koridorlarında gezdirerek müdür odasına götürmüştü. Daha sonradan pek çok ‘önemli sınavı’ daha kazandım. Ama siz de takdir edersiniz ki bu sınav sevincinin yerini hiç birisinin tutması o kadar kolay değil. Sanırım ben bizim kenar mahalle ilkokulundan Anadolu Lisesi’ni kazanan ilk öğrencilerden birisiydim. Şahin Türkili’nin Kuvay-i Milliye ilkokulunda açtığı bu yeni yol sonradan başka öğrencilerin de bu başarıyı elde etmesine neden oldu.
İşte 2011 yılından bakınca artık bizlere anlaşılması zor gelecek 1970’li yılların değerlerinin de bir başarısıydı bu. Aklında dersane, özel ders, hiçbir beklenti olmayan idealist bir ilkokul öğretmeni zeki olduğuna inandığı ve ülkesine faydalı olacağına inandığı için kendi sınıfındaki 2-3 öğrenciye sahip çıkmıştı. Ama değerler sadece bununla da bitmiyordu. Hala devlet içinde de torpil vs olmadan zeki orta sınıf öğrencilerinin eğitimden fırsatlar alabilmesi için olanaklar vardı. Ben Mersin’deki öğretmen okulu sınavında il bazında başarılı olduğum için diğer illerdeki benzer başarıları yakalamış öğrencilerle birlikte Ankara’da bir komisyon tarafından değerlendirilmiş ve devlet tarafından Anadolu Lisesi’nde ‘parasız yatılı’ okutulmasınakarar verilmiş öğrencilerden birisi olmuştum. Bugünün Türkiye’sinde kulağa ne kadar uzak geliyor değil mi?
Bloga yeni eklediğim bu EAL’den HAYATA köşesini önemsiyorum açıkçası. Çünkü buradan çıkacak yazıların ben aslında bir kuşağın da hikayesi olacağına inanıyorum. Benim kuşağım zamanında Anadolu Liseleri sayıları oldukça sınırlı yukarıda da bahsettiğim gibi ülkenin her yerinden parlak çocukları şimdikiyle kıyaslanmayacak bir eğitim eşitliği ile içine alan yapılardı. Sonradan geniş bir perspektifle bakılınca aslında bizim kuşağın Anadolu Liselerinin Bursa, Konya, Bornova, Diyarbakır,Samsun benzer bir hikaye profiline sahip olduğunu hep hissederim. Özellikle benim kuşağım gibi ucundan 80 öncesi ve daha sonra 80 sonrasını yaşamış, aslında ortak bir Türkiye tarihinin de bir yansıması olduğunu hissederim hep. Entellektüel kapasitesi güçlü bu liselerin özellikle yatılı olan öğrencilerinin hikayelerinin toplamında ülkemizin 30-35 yıllık tarihinin de bazı izlerini yakalamak bence mümkündür.
Kuşkusuz ki bu köşede lisenin hele yatakhanenin o çeşnisi, neşesi, hüznü, matrağı da yer alacaktır. Ama meraklısı için 12 Eylül’ün ve YÖK’ün ülkemizdeki bilim adamlığını nasıl bir palyaçoluğa dönüştürdüğünün de ortaya çıkmasını isterim açıkçası. Anadolu Lisesi’ne başlayınca insan deveden büyük ne filler olduğunu da görüyor. Benden çok daha zeki zehir gibi öğrenciler vardı. Sanırım bu beyinler diğer gelişmiş ülkelerde olsalardı şimdiye kadar nice buluşa, innovasyona imza atmışlardı. Örneğin Mustafa Özdemir adlı dostum daha ortaokulda bizlere matematik dersi veren bir matematik dahisiydi. 70’li yılların değerleriyle, inadına bu ülkede kalıp palyaçoluk yerine bilim yapma niyetinde direndiği için hala doçentlik kadrosunda bekleyip duruyor. Anadolu Lisesi’ni kazandığım gece yatağımda şöyle bir hayal kurmuştum: Anadolu Lisesi’ni bitirip sonra ilkokul öğretmenimin dediği gibi ülkeme yararlı bir bilim adamı olacaktım. Daha sonra yaptığım icatlardan kazandığım parayla hem bizimkilerin hem de öğretmenimin içinde oturacağı kocaman bir apartman yaptıracaktım.
Yıllar bana bu ülkede bunun ne kadar zor bir hayal olduğunu öğretmiştir. Umarım bu tür realiteler de ortaya çıkar bu köşede.
senin hayalini kuran o kadar idealist genç varki rıdvanım sen rahat uyu mekanın cennet olsun
Sevgili kardeşim Rıdvan mekanın cennet olsun,seni hep efendiliğin ve içindeki hayat enerjinle hatırlayacağım.
abi vefatını daha bugün tahud sitesiden öğrendim çok güzel ve kısa zamanımız geçti mekanın cennet olsun seni çok özleyeceğiz