rıdvan şahin’e açık mektup
sevgili rıdvan merhaba,
senin içindeki çocuğu az da olsa tanıdığımı sanıyorum! daha önce yazdığım gibi seninle hiç tanışmadık, hiç konuşmadık, hatta hiç yazışmadık bile. sevgili eşin özlem şahin, o yazım üzerine senin yazılarından oluşan “yoksullar mahallesinin doktorları” adlı kitabını bana da yolladı. orada okuduklarımdan, özellikle de kızın rüya için söylediklerinden ve satır aralarından fark ettim ve tanıdım o çocuğu, seni…
kitabın başındaki biyografine “mecburi hizmete başlarken aklında bir hekim olmak kadar, hatta belki daha da fazlasıyla bir öykü yazarı olmak vardı” cümlesini de içindeki o çocuğun yazdırdığını düşünüyorum. eğer yaşamını sürdürseydin, hekimliğin yanında belki de ondan çok daha fazla çok iyi bir öykü yazarı olacağını düşündüm kitap boyunca.
sağlık hizmeti ve aile hekimliği üzerine
geçen yıl adına düzenlenen öykü yarışmasının ikincisinin düzenlendiği şu günlerde okumayı bitirdim kitabını. senden haberdar olunca, daha önce tanışmadığımıza hayıflanmıştım, kitabını okuyunca bu duygum daha da büyüdü. keşke yaşasaydın ya da beni duyabilseydin de, seninle “sağlık hizmetini”, “aile hekimliği uzmanlığını” konuşup tartışsaydık uzun uzun.
doğrusu bilmiyorum nerede ve nasıl uzlaşabilirdik? öykü, edebiyat, yaşam üzerindeki düşüncelerimizin çakışacağından tamamıyla eminim, ama kitabının büyük bölümünde söz ettiğin “aile hekimliği uzmanlığı” unvanı konusunda sanırım epey tartışmamız gerekirdi.
seçtiğin ve kitabında sıkça temeli biyo-psiko-sosyal yaklaşımı olan bir tıp disiplini” diye tarif ettiğin bu uzmanlık dalının içini neyle ve nasıl doldurduğunu; bunun aile hekimliğinin kurumsallaştığı fransa, ingiltere gibi gelişmiş batılı ülkelerdeki “general practitioner”den farklı olup olmadığını, eğer farklıysa farklarının ne olduğunu; birinci basamak sağlık kurumlarında, özellikle de sahip çıktığını hissettiğim, şimdi artık ‘olmayan’ sağlık ocaklarındaki farklı olacak işlevini bana daha açık ve net anlatabilseydin keşke.
ben de sana, en son konuyla ilgili olarak hospital manager adlı derginin benimle yaptığı ve elektronik ortamda, derginin sitesinde değil de bir haber sitesinde de yer verilen söyleşide dediğim şeyleri sana anlatabilseydim, tartışabilseydik keşke.
senin de kitabında sıkça belirttiğin gibi “aile hekimliği” bir uzmanlık disiplini olarak değil ama bir “hizmet modeli” olarak sunuldu. ama senin kitapta söylediklerinin tersine ikisi aslında ve özünde aynıydı ve yapılan yalnızca bir “taktik” dolayısıyla da bu bir “politik manevra”ydı. amaç hekimliğin “toplumsal” yanını gözden kaçırmak ve hekimlerin örgütlenmesinin içinde bir “farklı grup oluşturarak” onların bir anlamda toplu duruşlarını bozmaktı.
akp’nin iktidar olmasıyla aile hekimlerini yanlarına alarak gerçekleşecek bu yavaş geçiş yerine “kurslarla yetiştirilecek” uzman olmayan aile hekimleri ve paranın dayatmasıyla bu modele “hızlı” geçiş yeğlendi. dolayısıyla başlangıçta planlanan bir “uzmanlık alanı olarak aile hekimliği”nin geliştirilmesi uygulaması tavsatıldı. o yüzden de bu noktada en büyük sıkıntı ve parçalanmayı senin gibi aile hekimliği uzmanları yaşadı.
bence sen tüm bunları görüyor, ama kitapta yer alan kimi yazılarından da anlaşıldığı üzere yeterince anlatamıyordun.
ticarileşmiş sağlık hizmet modeli
o söyleşimde dediğim gibi, “aile hekimliği ise ancak sağlığın sosyal belirleyicileri dediğimiz, ‘sağlıklılığı sağlayan unsurların’ tamam olduğu, bu konudaki sorunlarını büyük ölçüde çözmüş, kentli toplulukların sağlık hizmet modeli olabilir. dolayısıyla nüfusun büyük kesiminin sağlıkla ilgili gereksinim ve taleplerine yanıt verecek bir sistem değildir.”
bunun da bazı sınırları vardır üstelik: aile hekimliği modeli ve uzman aile hekimlerinin sosyoekonomik durumu orta-üst kesimlerin, bilinçli ve gönüllü olarak danışacakları, arada yardım talebinde bulunacakları, bir hekim tipine karşılık geldiğini düşünüyorum.
bu kesim toplumun ortalaması değildir. dolayısıyla hizmet vereceği hedef çok küçük bir kesim olduğu için aslında sorunun özünü oluşturmaz.
tüm bunları söylerken bile aslında birkaç açmazının olduğunun farkındayım. bunlardan ilki bu uzmanlık disiplininin eğitim süreciyle ilgili bildiğim, gözlemlediğim ve muhtemelen senin de kabul ettiğini sandığım önemli bir gerçekliktir.
senin de bildiğin gibi bu uzmanlık eğitimi, buna yönelik olarak özel düzenlenmiş ve eğiticisi de “aile hekimi olan” kurum ve yapılarda, buna özel tasarlanmış uygulama birimlerinde değil, farklı sürelerle gerçekleşen rotasyonlarla başka temel uzmanlık alanlarında yapılmaktadır.
başka bir deyişle, bir “aile hekimi”nin uzmanlık eğitiminin bir dahiliye, çocuk, kadın doğum vb. uzmanlık alanlarının asistanlarının yetiştirilme süreçlerinden farklı olması gerektiğini yine, konu üzerine herkesten çok kafa yoran sen, çok daha iyi bilirsin.
daha da acısı var, senin vurguladığın gibi: mevcut aile hekimleri bir uzmanlık eğitimiyle değil, asla onun yerine asla geçmeyecek bir dizi “kursla” yetiştiriliyor ve herkes “aile hekimi” olabiliyor. kısacası bir “absürd bir tiyatro” oyunundan öte değil yaşadıklarımız.
“aile” kavramı ve toplum mühendisliği
konuyla ilgili tartışmak istediğim ikinci önemli nokta, kitabında hiç değinmesen de aslında bu konuda da benzer düşüneceğimizi sandığım “aile” olgusu ve bu kavrama yapılan vurgudur, bu uzmanlık dalını “doğmadan ölen” bir tıp disiplini yapan.
çünkü ‘aile’ kavramsal olarak “sisteme içkin”, “onu var eden ve yücelten” dahası üzerinde enine boyuna tartışılması gereken olgulardan birisidir bu ülkede de dünyada da.
dahası bunu işi gereği “diyalektik”, “yansız/tarafsız” ve “dogmalar yerine bilimin doğruları” ile düşünme görevi olan tıp üzerinden “meşrulaştırmak” ve “kabul edilir kılmaya çalışmak” her şeyden önce “tıbba”, “tıp ve sağlık düşüncesine”, dahası “tıp etiğine” aykırı “ayrımcı” bir tutumdur bence.
iddia edildiğinin aksine toplumlar ailelerden değil insanlardan oluşur. aileyi bir toplumsal birlikteliklerden birisi olmaktan çıkarıp “çekirdek aile”ye dönüştüren de aslında kapitalizmdir. çünkü aile kapitalist tüketimin temel motorlarından birisidir ve bu tercih politik bir tercihtir.
diğer yandan bu tanım henüz aile olmayanlarla, yasalara ve geleneklere aykırı bulduğu birliktelikleri “aile” saymadığı için dışlar da. öyle olmadığı halde kategorik olarak “öyleymiş gibi davranan”, veya bunu reddettiğinde de o “insanları” yok sayan ya da içinden geldiği anne babasından oluşan aileye bağlı ve bağımlı kılmaya çalışan bir kültürde insanlara böyle bir mesleki disiplin dayatmasında bulunmak ne kadar kabul edilebilir sence?
sevgili kızını rüya’yı düşün ve onun tek yaşadığını, sevgilisiyle ve/veya arkadaşlarıyla birlikte bir “ortak evde” yaşadığını düşün biran. senin tanımına uygun nitelikleri de olsa, seçeceği bir hekimin kendisini bir “aile hekimi uzmanı” olarak adlandırmak ister miydi? ya da rüya böyle bir niteliğe sahip olmayan yalnıza adı nedeniyle “aile hekimi” sayılan bir insanın, şimdi olduğu gibi özel yaşamına dahil olmasını ister miydi?
bunun da daha çok ayrıntısına girmek istemiyorum. ama bu konuyu düşünmüş herkes gibi ben de kategorik olarak yukarıda söz ettiğim kapsam içine girsem de bir “aile hekimliği uzmanı” yerine bir “genel pratisyen”i yeğleyeceğimi ifade edeyim.
çünkü benim her şeyden önce onu kabul etmem ve sevmem gerekir; öyle değil mi!
aile hekimliği uzmanlarının görevleri
uzmanlığını da almış olsa bir aile hekimi her şeyden önce bütün diğer klinik uzmanlık dallarını uygulayanlar gibi asıl olarak “hastalar ve hastalıklar”la uğraşan bir tıp disiplini olmak ve buna göre mesleki uygulamasını programlamak zorundadır.
verili örneklerde uzmanlar da aile hekimliği modeli içinde hizmet veren “kurslu aile hekimleri” de bunu yapmaktadırlar. dolayısıyla hep söylediğim gibi tüm klinik disiplinler asıl olarak “hastalıklarla” uğraşırlar. oysa senin de benimsediğin sağlık kavramında samimiysek, hekimlik “sağlık”la uğraşır ve böyle olmak zorunda olmalıdır.
bu ikisinin arasındaki açıklığın artmasının ardında ise şimdi küreselleşerek, her şeyi paraya çeviren kapitalizmin olduğunu, sen o yazılarının yer aldığı kitaba koyduğun “yoksullar mahallesi” başlığında söylüyorsun.
evet tüm klinik tıp disiplinlerinin uygulayıcıları bugün, “sağlık” için uğraşan insanlar değil, amaçları ve istemleri dışında küreselleşmiş kapitalizmin daha çok kâr etmesini sağlayan “emekçileri” durumundadırlar.
hele hele kanıta dayalı tıp, yüksek teknoloji gibi modern tıbbın dayatılmış izleklerinin peşinde gittiklerinde bu yapılanların adı, insanı nesneleştiren bir tıbbı bir “medikalizasyon” projesine indirgenmiş olmaktadır.
bu tür çalışmalar ve harcanan emekten sağlığın çıkmayacağı kolaylıkla söylenebilir.
bütün bunları en az benim kadar iyi bildiğini sanıyorum. dahası belki olduğun yerden bunları görüyor, birilerine de şu ya da bu yolla anlatıyorsun.
tabi burada iki önemli konu daha var: ilki “sağlığın toplumsal bir olgu” olduğu ve ikincisi de bireyin, insanın sağlığının öznesinin kendisi olduğu, olacağı gerçeğidir.
eğer konuşabilseydik, tüm bunların üzerinde de uzlaşacağımızı düşünüyorum. o yüzden çok ayrıntısına girmek istemiyorum. yalnız şu kadarını söylemeliyim ki, kitabının gerçekten bir işlevinin olması ve her şeyin doğru anlaşılması için bunların da anlatılması gerekiyor.
sana o yüzden bu mektubu yazdım ve bunları anlatmak ve vurgulamak istedim.
artık aktif hekimlik yapmayan, ama tüm bunları hâlâ düşünen ve yazan birisi olarak, en azından senden etkilenip, senin yolundan gidenlerin durumlarını, yaptıklarını ve geleceklerini yeniden düşünmeleri ve tartışmaları için benim de bir katkım olsun.
çünkü hep dediğim gibi, “yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz”.
“çocukluktan çıkış”
sevgili rıdvan, arkadaşların bu yıl senin adına düzenledikleri yazı yarışmasının temasını “çocukluktan çıkış” olarak belirlemişler; çok da iyi yapmışlar, kutluyorum onları.
bu temanın hem çıkış halini, hem de çıkmama, çocuklukta kalma halini, o saflığı ve naifliği de kapsadığını düşünerek kitabını okurken bana da geçen “içindeki çocuk ve çocukluğun” herkesin hiçbir zaman yok etmemesi gereken en önemli özelliklerinden birisi olması gerektiğini söyleyerek bitirmek istiyorum.
o kitabı içindeki “duyarlılıkların hepsiyle birlikte” bence ancak bir “çocuk” yazabilirdi: hayat, ölüm ve çocuklar üzerine hissettiklerin ve yazdıkların bunun en önemli kanıtları. yanında olup gözlemlemedim ama “başka dünyalara giderken” de hep o halini sürdürdüğünü tahmin ediyorum. bu dünyada yaşarken güzel, iyi ve doğru şeyler yapmak için herkesin içinde taşıyıp besledikleri o çocuğun hep varolması gerektiğini söyleyerek sevgi ve özlemlerimi iletiyorum. eminim beni oralarda bir yerlerde görüyor duyuyorsundur.
hem tıbbın, hem de edebiyatın ve sanatın ismi bilinmeyen ama bu disiplinleri var eden isimsiz kahramanlarından birisi olarak seni bir kez daha sevgiyle anıyorum. seni en azından hep aklımda tutacağım. sen de olduğun yerden bizleri gözlemle ve uyarmayı sürdür, seni sevenlere ve sevdiklerinin yüreğine ulaşmanın yollarını bildiğinden eminim. (ms/hk)